tabutmag forum – tabutmag, edebiyat, sinema, tiyatro ve görsel sanatlar alanında ilgililere nitelikli ve özgün içerikler sunar.
varoluşçu filozof rollo may, karşıtları sık sık karıştırdığımıza inanıyordu. "aşkın karşıtı nefret değildir, ilgisizliktir" dedi. ayrıca korku, cesaretin temel bir bileşeni olduğu için cesaret ve korkunun zıt olmadığına ve gerçekten cesur olanların korkuyu deneyimleyen ve onun içinden geçenler olduğuna dikkat çekti. yine de, neşe ve umutsuzluğun uyumluluğunu tartışırken en çok bilgilendiriciydi.

"sevinç, olasılığın deneyimidir," diye yazmıştı, "kişinin kaderiyle yüzleşirken özgürlüğünün bilincinde olması. bu anlamda umutsuzluk... sevince yol açabilir. umutsuzluktan sonra geriye kalan tek şey olasılıktır."

s.190
matt haig
rahatlama kitabı

çeviren: kıvanç güney
domingo yayınevi
gülü çiğdemi filan bırak
sardunyayı karidesi filan bırak
acıyı ve ölümleri bırak
oy pusulalarını ve seçimleri bırak
evet
seçimleri özellikle bırak
çünkü açlık çoğunluktadır

her kişinin ukala ömrü
yeter sanılır çiçeklenmeye
ve dünyanın karanlığından
bir aşk bahanesiyle kurtulmaya
kaçıp giden baharların anısı
elden ele devredilen bir gençlik duygusu
laleler sümbüller bütün öbür boklar püsürler
hakkım var mıdır bunları söylemeye
- vardır
güneş doğarken ve batarken
yazdan kışa girerken ve kıştan çıkarken
ve dağda ve kırda
hakkım vardır -
çünkü en azından dünyadan
dölsüz katırlar geçer
yüklü vagonlar geçer
demir yüklü şilepler geçer
yelkenleri işletenleri ve tayfalarıyla
ve onların karıları ve çocuklarıyla
ve bilinmez sanılır geleceği
bir demiryolu makasçısının
oysa kesinlikle yazılmıştır
her sevgi kitabında
asıl olan açlıktır
çoğunluktadır

sevişmek o yüzden gereklidir
evet açlık, yok olsun bütün incelikler
mendiliniz var mı, kabak öğreten
boa strogonof mantar file minyon
güneş görmemiş midye
midye görmemiş güneş
ve soygun hâlindeki otel malzemeleri
ve altın arayıcılar
ve istedikleri yerlerde
yüksek graviteli petrol bulanlar
hem şames kıyısında
hem mekong deltasında
bir kalça fotoğrafına bunlarla birlikte bakanlar
çoğunlukta değildir
açlık çoğunluktadır
artık her şeyi yaşadık
ve birlikte düşündük
ve düşündük ki her şey cehennem
bir bakışta
ve cehennem
başarılmamış bir savaştır
dünyanın ortasında kullanılmamış bir su
cehennem, insanın kendi ciğeri
at sırtında taşınan ölü
kundağa girmeyen bebe
karanlıklarda açan çiçeklerin
bir insanin ölümüne dönüşü
bir insan olumu olmaya
çünkü açlık çoğunluktadır

- işte o zaman diyorum ki -
gelişin sen olsun senin
her şey esirgesin seni
çünkü açlık çoğunluktadır
ve ezecektir gücüyle dünyayı
- ikimize bir aşk elbette yetmez
türlü şeylerin savunulduğu -
diriliğe eşitliğe tokluğa
artık ayıp olan tokluğa
çünkü açlık çoğunluktadır
açlık.

turgut uyar
yapı kredi yayınları
gene yaptım, gene yaptım işte.
on yılda bir kere
beceririm bunu ben —

bir çeşit ayaklı mucize, tenim
bir nazi abajuru kadar parlak,
sağ ayağım

kâğıt üstüne ağırlık.
yüzüm hiçbir özelliği olmayan, halis
yahudi keteni, en incesinden.

kaldır o örtüyü
sevgili düşmanım.
korkuttum mu yoksa?

burnumla, göz çukurumla, otuz iki dişimle?
sasımış soluğum
yok olur gider bir günde.

pek yakında, evet pek yakında
mezar inimin yediği etim
gene üstümde olacak eve gittiğimde.

bir kadın olacağım yine, yüzümde gülümseme.
otuzumdayım daha.
kedi gibi dokuz canım var hem de.

bununla üç etti.
ne pis iş bu
silip, yok etmek her on yılı böyle.

milyonlarca lif, milyonlarca.
ağızlarında fındık fıstık çatır çutur, itişip
kakışıyor kalabalık, görmek için ellerimin, ayaklarımın

açığa çıkarılışını.
baylar, bayanlar!
böyle striptiz görmediniz.

bunlar ellerim:
bunlar da dizlerim.
bir deri bir kemiğim belki,

ama, aynı kadınım işte, tıpatıp aynı.
i̇lk kez olduğunda on yaşındaydım ben.
kazaydı.

i̇kincisinde, işi bitirmeye
ve bir daha dönmemeye öyle kararlıydım ki.
kapatmıştım kendimi,

sallanıyordum deniz kabuğu gibi.
seslenmek, durmadan seslenmek, bir de ayıklamak
zorunda kaldılar üstüme inciler gibi yapışmış kurtları.

ölmek,
her şey gibi, bir sanattır,
bu konuda yoktur üstüme.

öyle ustaca yaparım ki cehennem gibi gelir.
öyle ustaca yaparım ki gerçekmiş gibi gelir.
bir talebim olduğunu bile söyleyebilirsiniz.

öyle kolay ki bir hücrede bile yapabilirsiniz.
öyle kolay ki yaparsınız ve kımıldamazsınız.
benim canıma okuyan

aynı yere, aynı surata,
aynı şaşkın, hayvansı
"bu bir mucize! mucize!"

haykırışlarına güpegündüz
görkemli bir dönüş yapmak.
bir bedeli var

yaralarıma bakmanın, kalp atışlarımı
dinlemenin bir bedeli var —
tıkır tıkır çalışıyor işte.

bedeli var, hem de ne bedeli var,
bir sözcüğümün ya da bir dokunuşumun
ya da kanımdan bir damlanın

ya da saçımın bir telinin ya da bir parçasının elbisemin.
ya, işte böyle, herr doktor.
i̇şte böyle, herr düşman.

beni siz yarattınız.
ben sizin kıymetli eşyanız.
eriyip çığlığa dönüşen

son altından bebeğiniz.
dönüyor, yanıyorum.
yüksek alakalarınızı küçümsüyorum sanmayın.

karıştırıp durduğunuz
küller, küller —
et, kemik, yok orada başka bir şey —

bir kalıp sabun,
bir alyans,
bir de altından diş dolgusu.

herr tanrı, herr şeytan
aman dikkat.
aman dikkat.

ben diriliyorum, kalkıyorum işte
küllerin arasından kızıl saçlarımla
ve insan yiyorum, hava solumasına.

23-29 ekim 1962
s. 12—15

sylvia plath
ariel ve seçme şiirler

çeviren: yusuf eradam
kırmızı kedi yayınevi
“başınıza gelenlere kafa yormak dünyadaki en kolay şeydir. hastane yatağındasınız, öleceğinizi düşünüyorsunuz. esas bunu düşünmemek, bu düşünceyle arama mesafe koymak için olağanüstü bir çaba harcamam gerekirdi. hastalığı kafamdan atmak için büyük çaba harcadığım asıl dönem, çalışamayacak kadar hasta olduğum ama fotoğrafçılık kitabımı bitirmek için işimin başına dönmek istediğim zamandı. çalışamamak beni çıldırtıyordu. yeniden işimin başına oturabildiğimde, kanser teşhisi konulalı altı-yedi ay olmuştu ve fotoğrafçılıkla ilgili denemelerimi yazmayı tamamlamamış olsam da kitap kafamda çoktan bitmişti. tek yapmam gereken kafamdakileri hayata geçirmek, düzgünce, titizlikle, çekici ve canlı bir şekilde kaleme almaktı. fakat o an bağ kuramadığım bir şey yazma fikri beni delirtiyordu. tek yazmak istediğim metafor olarak hastalık'tı: hastalandıktan sonraki ilk iki ay o kitapla ilgili bir sürü fikir zihnime üşüşmüştü ve dikkatimi yeniden fotoğrafçılık kitabına vermek için kendimi bir hayli zorlamam gerekti.

neticede, benim istediğim hayatımı hissederek yaşamak. gerçekten hayatının içinde olmaktan, adım attığın anı yaşamaktan, dünyaya -ki bu dünya seni de içerir- bütün dikkatini vermekten bahsediyorum. dünya senden ibaret değildir, dünya seninle özdeş de değildir ama sen ona dahilsin ve dikkatini ona veriyorsun. yazarın yaptığı budur. yazar, dünyaya dikkatini verir. belki de bütün soruların yanıtının insanın içinde olduğunu savunan tekbenci yaklaşıma tamamen karşı olduğumdan böyle düşünüyorum. soruların yanıtı sende değil, sen parçası olsan da olmasan da dışarıda bir dünya var. yaşamakta olduğun şey çok güçlüyse, başka bir şeye sığınarak kaçmayı denemektense ona odaklanmalısın bence. böylece yazdıklarının olup bitenlerle ilgili gerçekleri yansıtması, yaşadıklarının metne nüfuz etmesi kolaylaşacaktır. dikkatini başka bir şeye vermeye çalıştığında ikiye bölünürsün. pek çok kişi metafor olarak hastalık'ı yazmak için kendime yabancılaşmış olmam gerektiğini iddia etti ama hiç de öyle değildi.”

s.19-20
susan sontag:
bilincin kapısını aralamak
jonathan cott - rolling stone söyleşisi

türkçesi: zeynep heyzen ateş
sel yayıncılık
“eğer birisi beni olduğum gibi severse, sonunda kendime bakmaya cesaret edebilirim belki.

bu olasılık benim için oldukça uzak.

bir kereliğine bile olsa onu bütün kalbimle sevdiğimi söylemek isterdim. ama bunu inandırıcı bir şekilde söyleyemiyorum. doğru kelimeleri bulamıyorum.”

ingmar bergman
güz sonatı —1978
konuştuğum zaman hepsi beni abartılı buluyor; sussam gülünç, yanıt versem kaba, iyi bir fikrimi söylesem hırslı, yorgun olsam tembel, bir lokma fazla yesem bencil, aptal, korkak, içten pazarlıklı olduğumu düşünüyorlar. bütün gün benim çekilmez bir yaramaz çocuk olduğumdan başka bir söz duymuyorum; tüm bunlara gülüp geçsem de, bunları umursamıyormuş gibi görünsem de tabii ki çok etkileniyorum. tanrı'ya yalvarmak istiyorum: "bana etrafımdaki insanların zırhlarını giydir ve beni hedef seçmeyecekleri başka bir kişilik ver!"

30 ocak 1943, cumartesi
s.88

anne frank
anne frank’ın hatıra defteri

türkçesi: hakan kuyucu
epsilon
“evrensel felsefe”nin öbür yönü ortadan kaybolmadı. ancak felsefenin dünyamızın eleştirel bir analizi olma görevi, giderek daha fazla önem kazanan bir boyut. bütün felsefi sorunların belki en kesini, şimdiki zaman sorunu, bizim tam şu anda ne olduğumuz sorunudur.

bugünkü hedef belki de ne olduğumuzu keşfetmek değil, olduğumuz şeyi reddetmektir. modern iktidar yapılarının eşzamanlı olarak bireyselleştirmesi ve bütünselleştirmesi olan bu siyasi “double bind”dan (“ikili kısıtlama”) kurtulmak için ne olabileceğimizi tahayyül etmek ve bunu gerçekleştirmek zorundayız.

sonuç olarak şu söylenebilir: günümüzün siyasi, etik, toplumsal ve felsefi sorunu, bireyi devletten ve devletin kurumlarından kurtarmaya çalışmak değil; kendimizi hem devletten hem de devletle ilintili olan bireyselleştirme türünden kurtarmaktır. yüzyıllardan beri zorla dayatılmakta olan bu tür bireyselliği reddederek yeni öznellik biçimlerine geçerlilik kazandırmak durumundayız.

s.68
michel foucault
özne ve i̇ktidar

ayrıntı:307
çevirenler: işık ergüden, osman akınhay
“bu kadar sıradanlık yeter. seni yeniden canlandıralım. güçsüz ve zayıfsın ve de tembel. mutlaklar seni korkutuyor. güneş gözünü acıttığı için gölgeleri savunuyorsun.

benim dostum musun? eğer dostumsan, beni olduğum gibi kabul et. başka türlü değil.”

1:03:04
louis malle
le feu follet, 1963
bir başka insanı, kişiliğinin en derindeki çekirdeğinden kavramanın tek yolu sevgidir. sevmediği sürece hiç kimse, bir başka insanın özünün tam olarak farkına varamaz. sevgisi yoluyla insan, sevilen kişideki temel kişilik özelliklerini ve eğilimlerini görebilecek duruma gelir ve dahası, ondaki gerçekleşmemiş olan ancak gerçekleştirilmesi gereken potansiyelleri görür. ayrıca sevgisi yoluyla kişi, sevdiği insanın bu potansiyelleri gerçekleştirmesini sağlar. sevdiği insanın, ne olabileceğinin ve ne olması gerektiğinin farkına varmasını sağlayarak, potansiyellerini gerçekleşmesini sağlar.

logoterapide sevgi, yüceltme anlamında cinsel itkilerin ve içgüdülerin sadece bir yan olgusu (epifenomen)* olarak yorumlanamaz. sevgi de cinsellik kadar temel bir olgudur. normalde seks, sevgi için bir dışavurum biçimidir. seks, bir sevgi aracı olur olmaz ya da sadece bir sevgi aracı olduğu sürece haklı görülür, hatta meşrulaştırılır. bu nedenle sevgi, seksin sadece bir yan etkisi olarak anlaşılmaz; daha çok seks, adına sevgi denilen nihai birliktelik deneyimini dışavurmanın bir yolu olarak görülür.

yaşamda bir anlam bulmanın üçüncü yolu, acı çekmektir.

* temel bir olgunun sonucu olarak baş gösteren bir olgu.

viktor e. frankl
i̇nsanın anlam arayışı
(sevginin anlamı)

s.126
türkçesi: selçuk budak
okuyan us yayın
anıların açtığı yara gibi,
sana giden yolu kazarak açmakta gözler,
yüreğin parlak dişleriyle ısırılmış
ve yatağımız olarak kalan
bu yüce topraklarda:

bu tünelden gelmelisin —
geliyorsun.

en derinlerden,
tohumların bereketiyle donatmakta
seni deniz, bütün zamanlar için.

sonu yok her şeye bir ad vermenin,
seni kaderimle örtüyorum.

(bkz:paul celan)
kapkara
ölümle sona eren söz konusu daimi “bütün—olmayışı”, dasein’dan söküp atmak imkansızdır. peki ama, dasein var oldukça ona bu henüz—olmamışlığın “ait olduğunu” dile getiren söz konusu fenomenal vaka tespitini noksanlık olarak yorumlamak mümkün müdür? hangi varolanla irtibatlı olarak noksanlıktan söz ediyoruz burada? bu ifade, bir varolana esasen "ait olan" ve fakat ondan henüz mahrum olan bir şeyi ima ediyor. mahrum olma olarak noksanlık bir aidiyet üzerine temellenmiştir. mesela alacaklı olduğumuz bir borcun kapanmasını sağlayan bakiye bizim için noksandır. noksan olan halihazırda hazır bulunmayandır. noksanlığın ortadan kaldırılması anlamında “borcun” tediyesine “ödeme" diyoruz; başka bir deyişle bakiye peş peşe ödenir, böylece henüz—olmamışlık adeta doldurularak tamamlanır ve borçlu olunan meblağ "bir araya" getirilmiş olur. bu yüzden noksanlık şu demektir: birbirine—ait olanın henüz—bir arada-olmayışı. ontolojik açıdan bakıldığında, halen el—altında—olanlarla aynı varlık minvaline sahip olup da ileride ilave edilecek olan parçaların el—altında—olmayışı söz konusudur burada. zaten bakiyenin tediyesiyle onların varlık minvali herhangi bir modifikasyona uğramayacaktır. halihazırdaki bir arada—olmayışlık, eksikliklerin peyder pey sağlanmasıyla ortadan kalkmaktadır. yani kendisinde noksanlık bulunan varolanların varlık minvali el—altında—olmaklıktır. söz konusu bir aradalığı, yahut onun üzerine bina edilmiş olan bir arada—olmayışlığı yekun olarak nitelendiriyoruz.

mamafih bir aradalık haline ait olan bu bir arada—olmayışlığın, yani noksanlık olarak mahrum oluşun, ölüm imkanı olarak dasein'a ait olan henüz—olmayışlığı ontolojik bakımdan belirleyebilmesi katiyen mümkün değildir. çünkü bahse konu bu varolanın varlık minvali, asla dünya—içindeki el—altında—olan şeklinde değildir. dasein'ın kendi "seyrini" tamamlayana dek “yaşam seyri” içinde var olduğu varolanların bir aradalığı, bir yerlerden bir şekilde el—altında—oluvermiş birtakım varolanların "tedricen” bir araya getirilmesiyle tesis ediliyor değildir ki. zira dasein, kendi henüz—olmamışlığı doldurulduğunda esasen var olmaya başlayan değildir. öte yandan öyle olmadığında da, onun halihazırda var olmadığını söyleyemeyiz. dasein hep öyle varolur ki, ona kendi henüz—olmamışlığı daima ait kalır. peki ama, hem olduğu gibi var olan, hem de ona henüz—olmamışlık ait olan ve fakat varlık minvali dasein olmak zorunda olmayan başka bir varolan yok mudur?

s.257-258
martin heidegger
varlık ve zaman

türkçesi: kaan h. ökten
agathe, uçtuğu var mı ruhunun arasıra,
büyülü, mavi, derin ve ışıl ışıl yanan,
bambaşka denizlere, bambaşka semalara,
şu kahrolası şehrin simsiyah havasından?
agathe, uçtuğu var mı ruhunun arasıra?

deniz, tek tesellisi günlük ıstırapların!
acaba hangi şeytan veya mucize
her ulvi çalkanışta muazzam bir rüzgârın
orguyla uğuldayan denizi verdi bize?
deniz, tek tesellisi günlük ıstırapların!

hey trenler, vapurlar beni burdan götürün!
ne var gözyaşlarından çamurlar yoğuracak?
ara sıra der mi ki agathe’ın ruhu, üzgün,
“nedametten, azaptan ve ıstıraptan uzak,
hey trenler, vapurlar beni burdan götürün!

ne kadar uzaktasın ey mis kokulu cennet,
ey, sadece sevincin, aşkın ürperdiği yer,
ey her ruhun içinde boğulduğu saf şehvet,
ey bir ömür boyunca gönül verilen şeyler!
ne kadar uzaktasın ey mis kokulu cennet!

ah o yeşil cenneti, çocuksu sevdaların,
o koşuşlar, demetler, o şarkılar, buseler,
i̇nildeyen kemanlar üzerinde dağların
akşam, korkuluklarda şarap dolu kâseler!
ah o yeşil cenneti, çocuksu sevdaların.

o bilinmez zevklerin yüzdüğü masum belde?
çok daha uzakta mı yoksa çin’den, maçin’den?
beyhude bir arzu mu inildeyen dillerde,
canlanan bir hayal mi billur sesler içinden,
o bilinmez zevklerin yüzdüğü masum belde?

charles baudelaire
(1821-1867)

(fransa)
çeviri: sait maden
dünya şiir antolojisi 1, s. 549-550
bildungsroman (türkçe: oluşum romanı), alman edebiyatında bireyin oluşum dönemini ve sonunda ulaştığı ideal durumu ele alan roman türü. safdil kahramanın serüven peşinde dünyayı dolaşmaya çıkması ve uğradığı yenilgilerle yavaş yavaş olgunlaşarak bilgelik kazanmasını konu alan halk masalları, wolfram von eschenbach’ın ortaçağ destanı parzival (13. yy başları) ve hans grimmelshausen’in pikaresk öyküsü simplicissimus’da (1669) edebi niteliğe kavuştu. bu temayı roman düzeyinde ilk kez wilhelm meisters lehrjahre (1796; wilhelm meister’in çıraklık yılları, 1943) adlı yapıtıyla goethe ele aldı. yapıt günümüzde de bu türün klasik örneği sayılmaktadır. türün öbür örnekleri arasında adalbert stifter’in der nachsommer (1857; yaz sonu) ve gottfried keller’in der grime heinrich (1854-55; yeşil heinrich, 1947-48) adlı romanları yer alır. oluşum romanı nostalji ve teslimiyet gibi temalara yer verse de, kahramanın olgunlaşmasıyla mutlaka olumlu bir havada sona erer. roman kahramanının gençliğindeki büyük düşler yok olmuştur, ama ona acı veren düş kırıklıkları ve hatalar da geride kalmıştır. oluşum romanının sık rastlanan bir türü, bir sanatçının gençliğini ve gelişimini konu alan künstlerroman dır. öteki türlerinden erziehungsroman kahramanın yetişme/eğitim sürecini, entwicklungsroman ise karakter gelişimini konu alır. bu terimler bazen birbirinin yerine kullanılabilirse de, oluşum romanının gelişim romanından temel farkı, kahramanının içinde yaşadığı toplumla bütünleşmesini, olgunluğa ve uyuma erişmesini anlatmasıdır. arap edebiyatında bildungsroman kültürünün köklü bir geçmişi bulunmaktadır. bu alanın öncülerinden birisi i̇bn tufeyl'dir. modern arap edebiyatında ise, tayyib sâlih’in mevsimu'l-hicre ile'ş-şemâl adlı eseri çok tanınan bir bildungsromandır.
Elias Canetti (d. 25 Temmuz 1905 – ö. 14 Ağustos 1994), modernist romancı, oyun yazarı, anı ve kurgusal olmayan düzyazı yazarı. Eserlerini Almanca yazan Canetti, "geniş bir bakış açısı, fikir zenginliği ve sanatsal güç ile işaretlenmiş yazıları için" 1981 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandı.
Roland Barthes (Türkçe: Roland Bart) (12 Kasım 1915, Cherbourg - 25 Mart 1980, Paris), Fransız felsefeci, göstergebilimci, edebiyat eleştirmeni, edebiyat ve toplum teorisyeni.
Walter Benedix Schönflies Benjamin, (15 Temmuz 1892, Berlin - 26 Eylül 1940, Portbou İspanya), Alman filozof, edebiyat eleştirmeni, kültür tarihçisi ve estetik kuramcısıdır.
György (George) Konrád (2 Nisan 1933 – 13 Eylül 2019), Macar filozof, roman ve deneme yazarı.

Yaşamı ve kariyeri
Bireysel Özgürlük konusuna yer verdiği eserleriyle biliniyordu. Konrád 2 Nisan 1933'te Berettyóújfalu, Macaristan'da doğdu. 1990'dan 1993'e kadar "Uluslararası PEN Kulübü"’nün Başkanı olarak görev almıştır.

Ölümü
Macar filozof ve yazar György Konrád 13 Eylül 2019'da Budapeşte, Macaristan'da 86 yaşında ölmüştür.

Eserleri

The Case Worker
The City Builder
The Loser
A Feast in the Garden
The Stone Dial

The Intellectual on the Road to Class Power (1978), Iván Szelényi ile
Antipolitics
The Melancholy of Rebirth (1995)
The Invisible Voice: Meditations on Jewish Themes
A jugoszláviai háború (és ami utána jöhet) (1999)
Jugoslovenski rat i ono što posle može da usledi) (2000)
A Guest in My Own Country: A Hungarian Life (2003)
Departure and Return (2011)
Peter Stephen Paul Brook, (d. 21 Mart 1925, Londra - ö. 2 Temmuz 2022, Paris), İngiliz tiyatro ve sinema yönetmeni.

Simon ve Ida Brook’un ikinci çocukları olarak Londra’nın batısındaki Chiswick’te doğdu. Oxford Üniversitesi’nde eğitim gördü. 1951 yılında aktris Natasha Parry ile evlendi ve bir oğul ile bir kız çocuk sahibi oldu.

Tiyatro, sinema ve opera alanlarında pek çok eser veren Brook, 1971’de Micheline Rozan ile birlikte Paris’te Uluslararası Tiyatro Araştırmaları Merkezi’ni kurdu. Konstantin Stanislavski, Vsevolod Meyerhold, Bertolt Brecht, Antonin Artaud ve Jerzy Grotowski’den etkilendi. Açık sahne anlayışını geliştirdi. Çalışmalarını İngiltere’de Royal Shakespeare Company’de ve Fransa’da Bouffes du Nord tiyatrosunda sürdürdü.

2 Temmuz 2022 tarihinde 97 yaşında hayatını kaybetti.
Josef Brodski (d. 24 Mayıs 1940, Leningrad (günümüz Sankt-Peterburg - ö. 28 Ocak 1996, New York), Rus ve Amerikalı şair ve deneme yazarıdır.

1940 yılında doğan Brodsky yazmaya henüz 18 yaşında başlamıştır. 1964 yılı Mart ayında, çalışmaları anti-Sovyet bulunduğu için 5 yıllığına Arkhangelsk'e gönderilmiştir ve Kasım 1965 yılına kadar burada kalmıştır. 1972 yılında sınır dışı edilip, kısa bir süre Viyana ve Londra'da kaldıktan sonra ABD'ye yerleşmiş ve 1977 yılında Amerikan vatandaşı olmuştur. 1987 yılında "Düşünce netliği ve şiirsel yoğunlukla dolu kapsayıcı yazarlığı için" Nobel Edebiyat Ödülü kazanmıştır.

Hayatı
St. Petersburg`da Rus Yahudi bir aileden dünyaya gelmiştir. Annesi çevirmenlik babası ise Sovyet donanmasında fotografçılık yapmaktaydı. Çocukken yaşadığı Leningrad Kuşatması`nın zorlu koşullarından kaynaklı ileriki yaşlarında çeşitli şağlık problemleri çekmiştir. 15 yaşında okulu bırakarak denizaltı akademisine girmek istemiş, fakat bunda başarısız olmuştur. Ardından hekim olmaya karar verererk bir süre bir morgta ve çeşitli görevlerle bir hastanede çalışmıştır. Eş zamanlı kendini eğitmeye başlayarak İngilizce ve Lehçe öğrenmiştir. Daha sonra arkadaş olacağı Czesław Miłosz'un şiirlerini çevirmiş, yine aynı dönemde klasik felsefe, din, mitoloji ve anglo-amerikan şiirine ilgi göstermiştir. 1960'ların başlarında Sovyet karşıtı Leningradlı nostaljik yazarlar bir altkültür oluşturmuşlardı. Brodsky de bu düşünsel gruplara katılmış, hakkında Sovyetler Birliği karşıtı olduğuna dair Leningrad gazetelerinde suçlayıcı yazılar yazılmıştır. 1963 yılında aynı şuçlamayla hakkında dava açılmıştır.

Sürgün edilmesi
1963 yılında, 23 yaşındayken hakkında açılan dava özellikle gazeteci ve insan hakları savunucusu Frida Vigdorova'nın çabaları sayesinde Batı'da büyük yankı uyandırmıştır. Brodsky'yi desteklemek amacıyla Rusya'da ve Batı'da kampanyalar düzenlenmiştir. Dönemin yazarları tarafından bu dava kişi ve devlet arasındaki mücadele olarak yorumlanmıştır. Leningrad mahkemesinin Brodsky hakkında Vatan haini olarak değil fakat Sosyal Parazit (topluma katkı sağlamayan, elinden geldiği halde iş sahibi olmayan) olarak hüküm vermesiyle sonuçlanan süreç sonunda 5 yıl süreyle ağır çalışma kampına sürülmüştür. Sürgüne gönderilmeden önce çeşitli Leningrad gazetelerinde ve dergilerinde serbest yazar olarak çalışmaktaydı. Buna rağmen mahkemenin hakkında Sosyal Parazit olarak hüküm vermesi, çalışmamasından değil yazarlar sendikasından bağımsız olarak çalışmasına, dolayısıyla atanmamış olmasına yorulmuştur. 1965 yılında 5 yıl olarak verilen cezanın 18 ayını tamamladıktan olayın Cause célèbreye dönüşmesinin ardından Leningrad'a dönmesine izin verilmiştir.

Amerika'ya Yerleşmesi ve Sonrası
1972 yılında Sovyetler Birliği'nden sınır dışı edilmiştir. Bir süre sonra ABD'ye yerleşmiştir. Önce Michigan Üniversitesi'nde, daha sonra farklı üniversitelerde çalışmıştır. 1977 yılında ABD vatandaşı olmuştur. Aynı dönemde şiirleri, yazıları ve eleştirileri The New Yorker ve New York Book Reviews başta olmak üzere çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanmıştır. 1981 yılında MacArthur Ödülünü, 1986 yılında Oxford Üniversitesi'nden onursal doktora ve 1987 yılında Nobel Edebiyat Ödülü almıştır.

Ukrayna Karşıtı Duygular
Ukraynalı yazar Vasily Makhno, Brodsky'nin soyadının Ukrayna'nın Brody kentinden geldiğini belirtti. Sonuç olarak, Brodsky'nin Ukrayna'ya karşı bazı duyguları olabilirdi, ama yapmadı. Brodsky'nin sonunda Sovyet Rusya'yı terk etmek ve ABD'ye göç etmek zorunda kaldığı Sovyet karşıtı görüşlere sahip olmasına rağmen, yine de güçlü Rus-emperyal görüşlere sahipti ve bu da Ukraynalıların Ruslardan ayrı bir ulus olarak varlığını reddetmesine neden oldu. Brodsky`nin biyografisini de yazan Rus edebiyat eleştirmeni Lev Losev'e göre, O Ukrayna'yı "Büyük Rusya'ya sahip tek kültürel alan" olarak görüyordu. Polonyalı tarihçi Irena Grudzinska-Gross, Milosz ve Brodsky (2007) adlı kitabında, Brodsky'nin Ukrayna'ya sıkıca inandığını ve her zaman "ayrılmaz bir parçası" olduğunu yazdı büyük Rusya". Grudzinskaya-Gross'a göre, "Brodsky'nin Rus vatanseverliği de kanıtlanıyor... "halk" şiiri ve "Ukrayna'nın Bağımsızlığı Üzerine" bir başka şiir, Ukrayna'ya emperyal ve Büyük Rus pozisyonlarından saldırıyor."1985'te Çek-Fransız yazar Milan Kundera'nın New York Times Kitap İncelemesi'nde Rus yazar Fyodor Dostoyevski'yi eleştiren bir makale yazmasının ardından Brodsky, Brodsky'nin Rus-emperyal görüşlerini gösteren "Milan Kundera'nın Dostoyevski Hakkında Neden Yanlış Olduğu" başlıklı bir yanıt yazdı.

Brodsky'nin Ukraynacılık karşıtlığının en ünlü kamusal tezahürü, 1992'de yazıldığına inanılan "Ukrayna'nın Bağımsızlığı Üzerine" şiiriydi. Bu şiirde Brodsky alaycı bir şekilde Ukrayna'nın 1991'teki bağımsızlığını anlattı ve Ukraynalı bağımsızlık savaşçılarını Rus dilini terk ettikleri için azarladı. Ayrıca Ukraynalılara "Kazaklar" ve etnik bulamaç khohkly olarak da atıfta bulundu. Brodsky bu şiiri yaşam boyu koleksiyonlarının hiçbirinde yayınlamadı. 1996'daki ölümüne kadar Amerika'daki çeşitli Muskovit ve Yahudi toplantılarında sadece birkaç kez okudu. Özellikle Brodsky'nin bu şiiri 30 Ekim 1992'de Palo Alto Yahudi Merkezi salonunda yalnız bir akşam okuduğu bilinmektedir; 2015'te bu halka açık okumanın bir videosu Facebook'a gönderildi ve Brodsky'nin şiirin yazarı olduğuna dair şüpheleri ortadan kaldırdı. Bu şiir sayesinde eleştirmenler Brodsky'de Rus şovenizminin tezahürlerini gördüler. Onu Ukrayna karşıtı duygu ve ırkçılıkla suçladılar.

İş Hayatı
Brodsky belki de en çok şiir koleksiyonları, Konuşmanın Bir Parçası (1977), Urania'ya (1988) ve Ulusal Kitap Eleştirmenleri Çemberi Ödülü'nü kazanan Less Than One (1986) adlı deneme koleksiyonuyla tanınır. Diğer önemli eserler arasında Mermerler (1989) ve Venedik üzerine bir düzyazı meditasyonu olan Filigran (1992) sayılabilir. Kariyeri boyunca Rusça ve İngilizce yazdı, çeviriler yaptı ve seçkin şair çevirmenlerle çalıştı.

Temalar ve Türler
W. H. Auden, Brodsky'nin Seçilmiş Şiirlerine girişinde (New York ve Harmondsworth, 1973), Brodsky'yi "doğayla karşılaşmalar" tarafından büyülenen gelenekçi bir lirik şair olarak tanımladı... insanın durumu, ölümü ve varoluşun anlamı üzerine düşünceler ". Meksika ve Karayip edebiyatından Roma şiirine kadar geniş kapsamlı temalar üzerine "yer, şimdi, geçmiş ve gelecek hakkındaki fiziksel ve metafizik, yer ve fikirleri" karıştırdı. Eleştirmen Dinah Birch, Brodsky'nin " ingilizce'deki ilk şiir cildi Joseph Brodsky: Seçilmiş Şiirler (1973), gücünün kendine özgü kuru, meditatif bir soliloquy olmasına rağmen, son derece çok yönlü olduğunu ve teknik olarak çeşitli biçimlerde başarılı olduğunu gösteriyor."

Urania'ya: Seçilmiş Şiirler 1965-1985, Amerikan sürgünü sırasında yazdığı yeni eserlerle eski eserlerin çevirilerini topladı ve hafıza, ev ve kayıp temalarını yansıtıyordu. İki deneme koleksiyonu, Osip Mandelshtam, W. H. Auden, Thomas Hardy, Rainer Maria Rilke ve Robert Frost gibi şairlerin eleştirel çalışmaları, kendi hayatının eskizleri ve Akhmatova, Nadezhda Mandelshtam ve Stephen Spender gibi çağdaşların eserlerinden oluşuyor.

Brodsky'nin yazılarında yinelenen bir tema şair ve toplum arasındaki ilişkidir. Özellikle Brodsky, edebiyatın izleyicisini olumlu yönde etkileme ve içinde bulunduğu dili ve kültürü geliştirme gücünü vurguladı. Batı edebi geleneğinin, dünyanın Nazizm, Komünizm ve iki Dünya Savaşı gibi yirminci yüzyılın felaketlerinin üstesinden gelmesinden kısmen sorumlu olduğunu öne sürdü. Şair Ödülü sahibi olarak görev yaptığı dönemde Brodsky, Anglo-Amerikan şiir mirasını, hükûmet destekli bir program aracılığıyla halka ücretsiz şiir antolojileri dağıtarak daha geniş bir Amerikan kitlesine getirme fikrini destekledi. Kongre Kütüphanecisi James Billington yazdı,

"Joseph, şiirin neden Rusya'da olduğu gibi Amerika Birleşik Devletleri'ndeki geniş kitleleri çekmediğini anlamakta güçlük çekiyordu. 1977'de Amerikan vatandaşı olmaktan gurur duyuyordu (Sovyetler 1972'de kovulduktan sonra onu vatansız hale getirdi) ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki yaşamın sağladığı özgürlüklere değer verdi. Fakat şiiri "dilin en yüksek olgunluk derecesi" olarak gördü ve herkesin buna duyarlı olmasını istedi. Şair Ödüllü olarak, en iyi Amerikan şairlerinin ucuz antolojilerinin otellerde ve havaalanlarında, hastanelerde ve süpermarketlerde sunulmasını önerdi. Huzursuz ya da korkulu ya da yalnız ya da yorgun olan insanların şiir alıp beklenmedik bir şekilde başkalarının bu duyguları daha önce yaşadığını ve onlardan kaçmak yerine hayatı kutlamak için kullandığını keşfedebileceğini düşündü. Joseph'in fikri ele geçirildi ve bu tür binlerce kitap aslında insanların ihtiyaç veya meraktan karşılaşabilecekleri bir yere yerleştirildi."

Şiirin ciddiyetini ve önemini destekleme tutkusu, Brodsky'nin Ekim 1991'de ABD'li Şair Ödülü Sahibi olarak yaptığı açılış konuşmasında ortaya çıkıyor. Dedi ki, "Toplum, şairleri okuyamayarak ya da dinlemeyerek, kendisini politikacının, satıcının ya da şarlatanın daha düşük eklemlenme biçimlerine mahkum eder. ... Başka bir deyişle, kendi evrimsel potansiyelini kaybeder. Çünkü bizi hayvanlar aleminin geri kalanından ayıran şey tam olarak konuşmanın armağanıdır. ... Şiir bir eğlence biçimi değildir ve belli bir anlamda bir sanat biçimi bile değildir, ama antropolojik, genetik hedefimiz, evrimsel, dilsel işaretimizdir." Bu duygu çalışmaları boyunca yankılanıyor. Brodsky, 1979'da Sven Birkerts ile yaptığı röportajda şunları yansıtıyordu:

"Daha iyi şairlerin eserlerinde, artık insanlarla ya da bazı seraphical yaratıklarla konuşmadıkları hissine kapılıyorsunuz. Yaptıkları sadece dilin kendisiyle konuşmak, güzellik, duygusallık, bilgelik, ironi, şairin açık bir ayna olduğu dilin bu yönleri. Şiir bir sanat ya da sanat dalı değildir, daha fazlasıdır. Bizi diğer türlerden ayıran şey konuşma ise, o zaman en yüksek dilsel işlem olan şiir, antropolojik, aslında genetik hedefimizdir. Şiiri bir eğlence, "okuma" olarak gören herkes, en başta kendisine karşı antropolojik bir suç işlemektedir."

Etkiler
Kongre Kütüphanecisi Dr. James Billington şunları yazdı:

"Petersburg'un büyük hanımı Anna Akhmatova'nın en sevdiği himayesiydi ve şiirlerini Kongre Kütüphanesi'nde Rusça okuduğunu duymak, Rus dilini anlamasa bile saçlarının dik durmasını sağlamak için bir deneyimdi. Joseph Brodsky, yüzyılın başından beri büyük Petersburg şairlerinin sonuncusu olan Anna Akhmatova'nın değil, aynı zamanda bir başka büyük şehit şair Osip Mandelstam'ın dul eşi Nadezhda Mandelstam'ın da umutlarının somutlaşmış haliydi. Her ikisi de Joseph'i, bir gün Rusya'yı kendi derin köklerine geri götürebilecek yol gösterici ışığın bir parçası olarak görüyorlardı."

Brodsky, John Donne'dan Auden'e kadar ingiliz metafizik şairlerinden de derinden etkilendi. Birçok eser Tomas Venclova, Octavio Paz, Robert Lowell, Derek Walcott ve Benedetta Craveri gibi diğer yazarlara ithaf edilmiştir. Brodsky'nin çalışmalarının, ünlü çevirmenlerin çalışmaları ile hayati derecede gelişmiş olduğu görülmektedir. İngilizcedeki ikinci büyük koleksiyonu olan Konuşmanın bir parçası (New York ve Oxford, 1980) Anthony Hecht, Howard Moss, Derek Walcott ve Richard Wilbur'un çevirilerini içeriyor. Eleştirmen ve şair Henri Cole, Brodsky'nin "kendi çevirilerinin, doğal bir müzikalite duygusundan yoksun olduğu için eleştirildiğini" belirtiyor."

Başlıca Yayınlanmış Eserleri

Şiir
A Part of Speech (1980)
Collected Poems in English (2000)
Elegy for John Donne and Other Poems (1967)
Selected Poems (1992)
So Forth (1996)
To Urania (1988)

Nesir
Less Than One (1986)
On Grief and Reason (1995)
Watermark (1992)

Drama
Marbles (1989)
Jasper Johns, Jr. (d. 15 Mayıs 1930 Augusta, Georgia) Amerikalı, ismi Pop sanatı ve Neo-dada ile anılan çağdaş ressamdır. Robert Rauschenberg ile birlikte modern soyut resimden pop sanatı ve kavramsal sanat arasındaki geçişte etkili olmuştur.

Johns, 1947-48 yılları arasında University of South Carolina'da okumuş, daha sonra buradan ayrılıp New York'a taşınarak 1949'da eğitimini kısa bir süreliğine Parsons School of Design'da sürdürmüştür. Bu arada Robert Rauschenberg, Merce Cunningham ve John Cage ile tanışmış ve birlikte zamanın sanat çevresini inceleyerek yeni fikirler geliştirmeye başlamışlardır. Kore Savaşı sırasında, 1952-1953 yılları arasında Sendai, Japonya'ya görev almıştır. 1958'de koleksiyoner Leo Castelli, Robert Rauschenberg'ün stüdyosunu ziyaret ettiği sırada kendisini keşfedip sergi açmak için anlaşmıştır.

En tanınmış eseri Bayrak'tır. (Flag, 1954-55) Çalışmaları genel olarak Neo-dada olarak tanımlansa da popüler kültürden alıntı nesne ve imgeleri kullanması açısından pop sanatı ile de bağlantılıdır.

Erken dönem işleri bayraklar, haritalar, hedef tahtaları, rakamlar, vb. öğeler kullanır. Johns'ın yüzeyi kullanımı akıcı ve resimseldir. Balmumu bazlı boya ve alçıyla kabartma tekniklerini sıkça kullanır. Zıtlıklar, çelişkiler, paradokslar ve ironiler, Dada sanatçılarında olduğu gibi Johns'ın çalışmalarında da sıkça rastlanan özelliklerdir. Johns ayrıca oyma baskı, heykel ve litografi tekniklerini de kullanmıştır.

Johns özellikle Peirce semiyotiği açısından bakıldığında değişik özelliklere sahiptir. Kendisinden önce gelen, soyut dışavurumcu Jackson Pollock ve Willem de Kooning'in örnek gösterilebileceği maço kahraman sanatçı figürlerine karşın, tuvalin tamamını kapsayan birer imza niteliğinde resimler yapmak yerine anlamı halihazırda kullanılan, yaygın sembollerin kullanımıyla elde etmiş, üzerlerine uyguladığı soyut dışavurumcu teknikte boya ile ifade ettiği içi boşaltılmış bir bireysellik ile soyut dışavurumcuları alaya almıştır. Tüm bunların yanında Johns'ın göndermeler bağlamı dışında kalan sembolleri de vardır. Örneğin Johns'ın bayrağı, temel olarak görsel bir nesnedir ve sembolik çağrışımlarından bağımsız olarak da algılanabilir.

1998 yılında, New York'taki Metropolitan Sanat Müzesi (Metropolitan Museum of Art), Johns'ın Beyaz Bayrak eseri için yirmi milyon dolardan fazla ödemiştir.
Paul Bowles (tam adı Paul Frederic Bowles, d. 30 Aralık 1910, Jamaica, Queens, New York – ö. 18 Kasım 1999, Tangier, Fas), Amerikalı yazar, besteci ve gezgin. En ünlü romanı, Çölde Çay adıyla filme de uyarlanan The Sheltering Sky (Esirgeyen Gökyüzü)'dür. Bernardo Bertolucci'nin yönettiği 1990 yapımı filmde John Malkovich ve Debra Winger oynamıştır. Time dergisi tarafından 1923'ten beri İngilizcede yazılmış en iyi 100 kitap arasında gösterilen Esirgeyen Gökyüzü insan ruhunun ıssızlığını ve yalnızlığını sorgular. Romanın, yazarın iyi bildiği Sahra Çölü'nde geçmesi de bu sorgulamayı simgeselleştirir. Bowles 89 yıllık yaşamının 53 yılını Fas'ta geçirmiştir.

Yine bir yazar olan Jane Bowles ile evli olan Paul Bowles, kısa öykülerini topladığı 14 kitabının yanı sıra, 3 cilt şiir kitabı, sayısız çeviri, gezi yazısı ve bir otobiyografi yayımlamıştır. Yazılarında yüksek oranda "rahatsız edici" öğeye yer verir. Bowles, ayrıca, müzik etnoloğudur. Geleneksel Fas müziğine hayran olmuştur. 1991 yılında, Rea Kısa Öykü Ödülüne değer görülmüştür.

Eserleri

1931 Sonata for Oboe and Clarinet
1937 Yankee Clipper, bale
1941 Pastorela, bale
1944 The Glass Managerie, oyun
1946 Cabin, sözler Tennessee Williams, müzik Paul Bowles
1946 Concerto for Two Pianos
1947 Sonata for Two Pianos
1949 Night Waltz
1953 A Picnic Cantata
1955 Yerma, opera
1979 Blue Mountain ballads, sözler Tennessee Williams, müzik Paul Bowles
1992 Black Star at the Point of Darkness
1995 Baptism of Solitude

1949 The Sheltering Sky - Çölde Çay (Esirgeyen Gökyüzü), Simavi Yayınları, 1991
1952 Let It Come Down - Yağsın Yağmur, Can Yayınları, 2018
1955 The Spider's House
1966 Up Above the World - Yükseklerde, Can Yayınları, 1995
1991 Too Far From Home

1950 A Little Stone
1950 The Delicate Prey and Other Stories
1959 The Hours after Noon
1962 A Hundred Camels in the Courtyard - Avluda Yüz Deve, Simavi Yayınları, 1991
1967 The Time of Friendship
1968 Pages from Cold Point and Other Stories
1975 Three Tales
1977 Things Gone & Things Still Here
1979 Collected Stories, 1939-1976
1982 Points in Time
1988 Unwelcome Words: Seven Stories
1988 A Distant Episode: The Selected Stories

1933 Two Poems
1968 Scenes
1972 The Thicket of Spring
1981 Next to Nothing: Collected Poems, 1926-1977

1957 Yallah, metin Paul Bowles, fotoğraflar Peter W. Haeberlin
1963 Their Heads are Green, gezi yazısı
1972 Without stopping; an autobiography, otobiyografi
1995 In Touch - The letters of Paul Bowles, yayına hazırlayan Jeffrey Miller

Yazarın başarılarından biri de, geleneksel sözlü Fas öykülerini çevirmek oldu. Mohammed Mrabet, Driss Ben Hamed Charhadi (Larbi Layachi), Abdeslam Boulaich ve Ahmed Yacoubi gibi hikâye anlatıcılarından dinlediklerini çevirdi. Bunların dışında, Faslı yazar Mohamed Choukri'den de çeviri yaptı.

1964 A Life Full Of Holes, Driss Ben Hamed Charhadi (Larbi Layachi)
1968 Love With A Few Hairs, Mohammed Mrabet
1968 The Lemon, Mohammed Mrabet
1970 M'Hashish, Mohammed Mrabet
1974 The Boy Who Set the Fire, Mohammed Mrabet
1976 Look & Move On, Mohammed Mrabet
1976 Harmless Poisons, Blameless Sins, Mohammed Mrabet
1979 Five Eyes, Abdeslam Boulaich, Mohamed Choukri, Larbi Layachi, Mohammed Mrabet ve Ahmed Yacoubi

Ölümünden sonra yayımlananlar

2002 The Sheltering Sky, Let It Come Down, The Spider's House (Daniel Halpern, haz. Library of America) ISBN 1-931082-19-7

2002 Collected Stories and Later Writings (Daniel Halpern, haz. Library of America) ISBN 1-931082-20-0
Lionel Mordecai Trilling (4 Temmuz 1905 - 5 Kasım 1975) Amerikalı edebiyat eleştirmeni, kısa öykü yazarı, denemeci ve öğretmendi. Edebiyatın çağdaş kültürel, sosyal ve politik etkilerini analiz eden 20. yüzyılın önde gelen ABD'li eleştirmenlerinden biriydi. 1929'da evlendiği eşi Diana Trilling (kızlık soyadı Rubin) ile birlikte New York Entelektüelleri'nin bir üyesiydi ve Partisan Review'a katkıda bulunuyordu.
Martin Eden, 1909'da Amerikalı yazar Jack London tarafından yazılan ve yazar olmanın mücadelesini veren genç işçi Martin Eden'i konu edinen romandır. Kitabın yazarı olan London'ın aksine protagonist Eden, sosyalizmi "köle ahlakı" olarak niteleyerek reddetmekte ve onun yerine Nietzsche'nin bireyciliğine (individualizm) inanmaktadır. Jack London, romanının motiflerinden birinin de Eden'in inandığı individualizmi eleştirmek olduğunu belirtmiştir.